Geçen sene, Kadir amcam ile Frankfurt’ta bir yürüyüşte Main nehrini takip ediyorduk. Yaklaşık on beş ya da yirmi kilometre yürüdükten sonra biraz dinlenmek için nehrin kenarındaki banklardan birisine oturduk. İnsanların ağır ağır kanolarını nehirde sürüşlerini, güneşin tadını çıkarışlarını izledik. Tam o sırada da Kadir amcam dinlenmenin önemi üzerine ufak bir hikâye anlattı. Kökenine inince, bu hikâyeyi Şabat kültürü ile ilgili olan ve okurken keyif aldığım bir kitapta buldum:
Güney Amerika’daki bir kabileden şöyle bir hikâye anlatılır: Bu kabile günlerce süren uzun yürüyüşlere çıkar, günbegün yürür, ancak bir anda durup biraz dinlenir, ardından birkaç gün kamp kurup yollarına devam etmeden önce beklerlermiş. Bunun sebebini şöyle açıklarlarmış: Ruhlarının onlara yetişebilmesi için bu dinlenme zamanına ihtiyaçları varmış.
Maalesef bu kitabın Türkçe çevirisini bulamadım ama bugün bu yazımda dinlenme gününün eski metinlerdeki ilk karşılığı olan Şabat ’tan bahsetmek istiyorum. Farklı kültürlerde ve dinlerde farklı isimlerle kendini gösteren bu dinlenme kültürü, bugünün modern toplumunda ihtiyacımız olan dinlenmeye dair bize yol gösterebilir.
Nedir bu Şabat?
Yahudi-Hıristiyan kültüründen türemiş olan Şabat gününde insanlar haftanın bir günü bütün işlerini güçlerini bir kenara bırakıp sadece dinleniyorlar. Ama öyle elimizde telefon, televizyon karşısında bütün günü öldürdüğümüz bir cumartesi günü gibi değil. Hakiki dinlenmekten, tanrıyla bir olmaktan bahsediyorum. Şabat gününün bazı yasaklarını sıralayacak olursam:
- Çalışmak
- Elektrik kullanmak
- Bir şeyleri taşımak
- Dikiş dikmek
- Bir şeyleri inşa etmek
- Yemek yapmak
- Araba sürmek
…
Tabii ki yıllar içerisinde bu yasaklar şekil değiştirip farklı hayatlara ve durumlara uyum sağlamış durumda ama bu katılıkta kurallara da uyanlar hala var. Bu Şabat kültürüne ilk atfı Hıristiyanların ve Yahudilerin ilk kitabı olan Yaratılış Kitabında görebilirsiniz:
Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Şabat gününün Budizm’deki adı ise Uposatha günü. Bugüne gözlem günü de deniyor. Bu gözlem gününde, Budistler tüm sorumluluklarını ve işlerini bir kenara bırakıp sadece kendilerini gözlemliyorlar. Düşüncelerini, davranışlarını, hayatta verdikleri kararların üzerine uzun uzadıya düşünüyorlar ama bunu kendilerini yargılamadan yapıyorlar. Günümüz Hıristiyanları bugüne Tanrı’nın Günü diyor, — diğer bir tercümesiyle Pazar Günü. Hz. İsa’nın dirilişini kutladıkları pazar günlerinde Hıristiyanlar kilisede bir araya geliyor, şarkılar söylüyor, o yoğun hayatlarının sorumluluklarını bir kenara bırakıp dinleniyorlar. İslamiyet’te ise doğrudan bir dinlenme günü olmamasına rağmen günde beş vakit Allah’ın huzurunda dinlenme imkânı var. Günlük hayatın hızlı akan olaylar nehrinde ters yönde yüzmeye çalışırken, düzenli olarak bir dala tutunup ufak molalar ile zihni ve bedeni dinlendirme imkânı var.
Kendi hayatımıza gelirsek…
Peki herhangi bir dinden ya da inanıştan bağımsız olarak; biz en son ne zaman dinlendik? Yoğun bir iş gününden sonra koltuğumuzda oturup iş yazışmaları, Instagram, Facebook ve TikTok arasında yaptığımız parmak manevralarından bahsetmiyorum. O ayın en popüler belgeselini ya da Netflix dizisini tek nefeste bitirdiğimiz akşamlardan bahsetmiyorum. Kendimizi geliştirmek amacıyla izlediğimiz “yararlı” içeriklerden bahsetmiyorum.
Gerçekten dinlendiğimiz anlardan bahsediyorum. Birkaç saat dahi olsa elimize telefonu almayı unuttuğumuz, eşimiz ya da dostlarımızla lak lak ettiğimiz, güneşli bir havada salına salına yürüdüğümüz, sıcak bir Akdeniz gününde tüm dertleri kıyıda bırakıp denize atladığımız, ya da hiçbir sebep yokken yataktan çıkmak istemediğimiz o günlerden bahsediyorum. Vücudumuzun ve zihnimizin ne kadar dinlenmeye aç olduğunu fark ettiğimiz, bizi mutlu edecek hiçbir haber olmamasına rağmen bir anda ruhumuzun huzurla dolduğu o anlardan bahsediyorum. Hayatımızda yarın ne olacağı belli değilken, kontrolümüzde olmayan olayların bizim canımızı sıkacağı garantiyken, neden düzenli olarak birkaç saat dahi olsa molalar vermiyoruz?
Nihayetinde her türlü keyif kaçırıcı olaylar, hayat nehrinde kadar ters yönde yüzmeye çalışırsak çalışalım bizi yakalayacak. Tüm hayatını ters yöndeki akımlarla mücadele ederek ve yamaçları tırmanarak geçiren balık türleri dahi en nihayetinde doğdukları noktaya geri dönüp ölmekle mükellefler. Aşık Veysel’inde bize yıllardır hatırlatıp durduğu gibi, ne olduğu belli bir sona yetişmeye çalışıyoruz:
Şaşar Veysel işbu hâle,
Gâh ağlaya gâhi güle,
Yetişmek için menzile,
Gidiyorum gündüz gece.
Madem ağlamak da gülmek kadar garanti, madem bu hayat her türlü duygusal ya da fiziksel bir yoğunluk içerisinde inişli çıkışlı olacak, neden mola vermeye zaman ayırmayalım ki?
Tabii ki mola vermek bize bir lüks olarak gelebilir ama dinlenmek için illa tatile çıkmamıza ya da para harcamamıza gerek yok. Bir pazar sabahı telefonu (ve kulaklığı) evde bırakıp çıktığımız bir buçuk saatlik yürüyüş de bizi dinlendirebilir. İstisnalar olduğunda da — acil telefon gelme ihtimali vs.— teknolojinin bizi kullanması yerine biz teknolojiyi kullanarak sadece bir ya da iki önemli kişiden arama alacak şekilde telefonumuzu “Rahatsız Etme” moduna alabiliriz. Eğer işimiz günün bir buçuk saati mola vermemize izin vermeyecek kadar önemliyse, burada işimizden ziyade egomuza haddinden fazla kulak veriyor olabiliriz. Farklı İncil türevlerine baktığımızda Hz. İsa’nın bile kendisine ihtiyacı olan insanlar sürekli çevresinde olmasına rağmen, ara ara kimseye haber vermeden birkaç saatliğine kaybolduğunu görüyoruz. Kendi bataryasını doldurmazsa başkalarına da bir noktada faydası dokunmayacak çünkü.
Bilim bu konuda ne söylüyor?
Günümüzde de bu dinlenme sosyal medya ile tarih olmak üzere olabilir. Nörobilimsel kanıtlara baktığımızda sosyal medya kullanımı zihnimizi dinlendirmek yerine zihnimizin ekstra çalışmasına sebep oluyor. Hatta beynimize o kadar bilgi yüklemesi yapıyor ki, Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma iş aralarında mola niyetine sosyal medyaya girmenin dinlenmeye iyi gelmediğini, doğada zaman geçirmenin daha efektif olduğunu ispatlıyor.
Ufak bir hatırlatma
Bu hafta, kendime ve sizlere durmayı ve nefes almayı hatırlatmak istedim. O ötüp duran WhatsApp grup bildirimlerini sessize almayı, ihtiyacımız olmayan şeyleri almayı, bir sabahı kendimiz ile baş başa geçirmeyi, çaresizce dinlenmek isteyen vücudumuzu dinlediğimiz bir öğleden sonra geçirmeyi kısaca bir hatırlatmak istedim. Kontrolümüzde olmayan bu kadar negatif olaylar yaşanırken, her şeyi bir kenara koyup birkaç saati kendimize ayırmamızın kendimize, sevdiklerimize ve topluma daha yararlı olacağı lehine bir savunma yapmak istedim. Menzile doğru hızlı hızlı yürürken mola vermeyi, ruhumuza bize yetişebilmesi için bir şans vermeyi unutmayalım.
Saygılarımla,
Buğra


